Kayıtlar

ÇOCUK

  Bir çocuğun çok uslu, her denileni yapması, kendi halinde kimseyi yormayan bir tavır takınması normal değildir, doğru değildir. Hele de bu çocuğun bu hareketinden dolayı sürekli övülüp taktir edilmesi ve diğer normal çocuklara bunun öğütlenip örnek gösterilmesi ona yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. Çünkü çocuk zamanla bunun doğru olduğuna inanır takdir edilmek hoşuna gider ve ömrünü diğerleri tarafından takdir edilebilmek için harcar. Diğer taraftan biraz farkındalıkla kendine geliştiren bu çocuk kendinin bu şekilde yetişmesine sebep olanların doğrularında ayrılan bir görüş savunduğunda -başka bir değişle kendini oluşturmaya başladığında- aklının karıştığını başkalarına özendiği ya da manipüle edildiğini öne sürerler. Şimdiye kadar aldığı kararlara, yaptığı hiçbir şeye karışılmamasıyla kendini özgür zanneden çocuk kendini doğrularını oluşturup savunmaya başlayınca düştüğü konum tam olarak bu olur işte.            Artık geç kaldığı kendini oluşturma savaşında hem yalnız hem de suçl

Peki ya Başka Dünyalar?

 Hepimiz unutuyoruz çoğu zaman dünyada diğer insanların da olduğunu. Sanki bir kurgunun içindeyiz ve diğer herkes herşey bizim için. Oysa bizde birilerinin hayatında aynı yerdeyiz. Bu da her insanın ayrı bir hayat ayrı bir dünya olduğunu ispatlıyor. Ama bazıları unuttukları şey yüzünden bu kurguya kendini kaptırıyor. Böyle olunca da bencil anlayışsız insanlar ortaya çıkıyor. Bu insanların büyük bir kısmı inandıkları bu kurgu yüzünden çoğu zaman etraflarındaki diğer insanları sömürmekten asla çekinmiyorlar ve ortaya sömürülen hayatlar çıkıyor. Her insan kendi hayatının başrolüdür. Sömürgeciler ise bazi hikayelerin kötü yan karakteri.  İllaki herkesin senaryosundan,hayatından, geçmiştir bu sömürgeciler. İnsan sadece bir hayat yaşar. Sadece bir rol üstlenir. Sadece kendi bakış açısından görür dünyayı. Peki ya baska dünyalar? Kendi benliğine odaklanan o kadar yığın insan var ki başka dünyaları görmekten acizler.  İnsan sömürmeyi bırakıp ne zaman kendine yeni pencere ararsa işte o zaman her

AİTLİK

Kendininizi hiç bir yere, bir zamana, kişiye, eşyaya ya da ne bileyim bir şeye işte ait hissettiğiniz veya hissetmediğiniz oldu mu? Bu sizi mutlu, suçlu, kaybolmuş, hissettiriyor mu? Bence bu insanın doğasında var. Yani insan dünyaya gelirken bir arayışla geliyor. Sanırsam bu arayış, bu  merak bu içimizdeki o duygu bundandır. Ama emin olduğum bir şey var ki o da bazılarımızın bu hissi çokça derinden yaşadığı. Bazıları bunu ustalıkla bastırıp doğduğu yere uyum sağlayıp bir süre sonra da o yere, şeye - artık ne derseniz- ait oluyorlar. Bazılarımızda bastıramayıp yahut bastırmayıp ait olduğu yeri bulmaya çalışıyor. Fakat bu yolculukta kendini bulunduğu yere içine doğduğu zamana, insanlara ihanet etmişçesine suçlu hissedebiliyor. Bu hissi yüzünden vazgeçerse aradığı yeri bulmaktan, içindeki o derin duygu dinmedikçe kaybolmuş hissedecek. Fakat hislerine rağmen bu yolculuğa devam ederse ait olduğu yeri bulabilir ya da ait olduğu yerin içine doğduğu yer, zaman olduğunu anlayabilir. Tabi başka

Acının İçinden Geçmezsen Dışına Çıkamazsın

Hiç birimiz acı çekmek istemeyiz. Canımızı yakacak ne varsa hepsinden kaçarız kendi yöntemlerimizle. Bazılarımız gerçeği görmezden geliriz, bazılarımız Pollyanna ya oynarız, bazılarımız da acıyı yaşamadan intikam almaya, acının nedenine odaklanırız. Yani biz hep bir yol bulur acı çekmekten kaçarız. Belki de acımızı yaşarsak kendimizi suçlamaktan korkarız, suçumuz olmasa bile. Çünkü insan en kolay kendini suçlar.  Biz acılarımızla yüzleşip onları kabullenip içinden zorda olsa geçip çıkmalıyız ve asla unutmamalıyız ki herşeyin, çektiğimiz her acının bir amacı, bize öğreteceği, katacağı bir şey vardır.  Sezen Aksu'nun bir şarkısında dediği gibi; "Acının insana kattığı değeri bilirim, küsemem Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir" 

Devam Etmeliyiz

"Bazen rüzgarın saçımı dağıtmasına, yağmurun yüzümü ıslatmasına, birilerinin kalbimi kırmasına izin veririm. Sonra;saçımı toplar, şemsiyemi açar, kalbimi kapatırım. Hepsi bu kadar. " Böyle diyor Can Yücel bir şiirinde.  Gerçekten de bazen izin vermeliyiz kalbimizin kırılmasına, birilerinin hayatımızdan çıkmasına, bazen de acı gerçeklerin rüzgar gibi suratımıza çarpmasına. Yüzleşmeliyiz kırgınlıklarımızla, yalnızlıklarımızla, görmek istemediğimiz gerçeklerle. Ve sonra kırgınlıklarımızı toparlayıp, yalnızlığımızın keyfini çıkarıp, gerçekleri kabullenip kaldığımız yerden devam etmeliyiz. Ama devam ederken daha büyük, daha güçlü, daha deneyimli olduğumuzun farkındalığının verdiği cesurlukla devam etmeliyiz. 

Müzik Değişirse Dans da Değiişir

Yaşamımız boyunca evde; evlat, abla, abi, kardeş, okulda; öğrenci, dışarda; bir dost, işçi, kadın ya da erkek ve daha sayamadığım onlarca rolümüz vardır. Seçtiğimiz ya da zorunda olduğumuz... Peki ya rollerimiz değişirse... İnsan; doğar, büyür, gelişir ve ölür. Rollerimiz de bizimle birlikte doğar, gelişir, yok olur veya evrilir. Ve hayat bazen daha biz büyümeden, gelişmeden rollerimizi değiştirmek, büyütmek zorunda bırakır.  Mesela anne babamız yaşlandıkça roller değişir ve biz onların bakımına muhtaçken onlar bizim yardımımıza bakımımıza muhtaç hale gelirler. Bu da bizi duygusal olarak üzer, yorar. Ama yine de üstümüze düşeni yaparız. Veya çok sevdiğimiz bir mesleği yapabilmek için çalışır çabalarız ve o mesleği ediniriz. Bu mesleği edinmek için bir çoğu şeyden geri kalırız. Arkadaşlık rolümüzden,gençlik rolümüzden.. Ama bu bizi hayatımız boyunca mutlu eder.  Yani kısaca "Müzik değişince dansta değişir." Sonuçta hayatımız boyunca tek bir müzikte dans edemeyiz. 

Vazgeçmek

Hayat birçoğumuzu bir şeylerden, birilerinden, bir yerden vazgeçmek zorunda bırakır. Bize sormadan bize aldırmadan zorlar. Bazen kabullenir ve vazgeçeriz. Bazen de direniriz. O birini kaybetmeyi, o yerden gitmeyi göze alamayız. Belkide beceremeyiz... Ve önünde sonunda ya vazgeçeriz ya vazgeçiliriz. Tabi istisnalar hariç.  Kimimize iyi gelir bu vazgeçişler kimimizeyse bir çeşit ölüm. Peki ya vazgeçtiklerimiz... Aslında vazgeçmeyi en çok zorlaştıran onlar ya zaten. Ya da bizim onlara verdiğimiz değer yüzünden bu kadar vazgeçilmez oluyorlar. Peki o zaman şöyle diyebilirmiyiz"Kimse vazgeçilmez değildir, vazgeçilmez olan bizim vermeye alıştığımız değerdir"? Vazgeçtikten sonra da bir boşluğa düşeriz. Belki hemen belkide biraz sonra ama önünde sonunda ayağa kalkıp devam ederiz. Ve hayatın mutlaka bir bildiği vardır inancına sarılırız.